Barselona’ya gitmeye karar vermeden
önce haberdar dahi olmadığım ama sonrasında geziyi yönlendirir hale gelen ve başucu
kitabı payesine hak kazanan kitaptan…
“Yüzlerce, binlerce ciltle dolu koridorlarda gezindim.
Yürürken, bu duvarların ötesinde, dışarıdaki dünyada insanların kendileri için
bir şeyler yapmak yerine yaşamlarının her akşam futbol ve pembe dizilerle geçip
gitmesini umursamadıklarını, hatta bundan memnun olduklarını, oysa bu
kitaplarının her birinin kapakları arasında sonsuz bir evrenin keşfedilmeyi
beklediğini düşündüm.”
Yukarıdaki paragraf, Carlos Ruiz Zafon isimli İspanyol bi’ abinin, Rüzgarın Gölgesi isimli kitabından alıntı. Barselona’da geçen
roman, Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’nda
(yukarıda bahsedilen duvarların içi)kahramanımız Daniel’in eline aldığı kitap
ve bunu takip eden harika bir serüveni konu alıyor. Kitap içinde kitap…
Haziran ayında Barselona’ya gidiş geliş uçak
biletlerine 248 € vererek (pegasus) keşfi başlattık. Kasım sonunu iple çekerken, şehir hakkında
fikir sahibi olmak için; şehirde geçen en azından bir film izleyip, bir de
kitap okuyalım dedik. Vicky Cristina Barcelona zaten izlenmiş olduğundan, yine Penelope
Cruz’un oynadığı ve Madrid’te başlayıp Barselona’da sonlanan Annem Hakkında Herşey izlenesi,
Rüzgarın Gölgesi ise okunası olarak seçildi. Bir haftanın Barselona için çok
olacağı telkinleri üzerine, seyahate başkent Madrid’de eklendi ve işbu sebepten
filmden çok umutlu idim. Güzel ancak sandığım gibi bir yol hikayesi değil ve de
şehirle ilgili detaylardan çok, hikayenin kendisi ön planda olduğundan elde bir
tek Rüzgarın Gölgesi kaldı. Daniel’in en yakın arkadaşı ve romanın en eğlenceli
karakteri Fermin Romero de Torres
kadar acımasız olup “Sinema akılsızlığı
besliyor ve insanları daha da aptallaştırıyor. Sinema bilgisiz kitleleri
eğlendirmek için icat edilmiştir.“ demeyeceğim ancak çok da haksız
değil sanki…
Ağustos ayı geldiğinde, elde sadece Barselona’da
geçen bir roman ve de gidiş dönüş uçak biletleri vardı. Madrid’e araba
kiralayıp mı gitsek, giderken Zaragoza’ya da mı uğrasak derken mesleki ilgi
baskın çıktı ve de tren ile gitmeye karar verdik. Renfe vasıtasıyla, yine aylarca önceden toplam 98 € karşılığında Barselona-Madrid
hızlı tren biletleri organizasyona dahil edilmiş oldu. Dönüşü ise hem gün
kazanmak hem de şehirden havaalanına ulaşmakla bir kez daha uğraşmamak için, uçakla
yapmaya karar verip, yine aynı tarihlerde 103
€ verip (vueling) cebimize
koyduk.
Geriye sadece kafayı koyacak yastıklar kalmış ve aylardan Kasım gelmek üzereydi. En son Berlin’de airbnb üzerinden kiralanan dairede kalındığı ve bu tecrübeden oldukça memnun olunduğu için hedef yine o tarz bir konaklamaydı. İnce eleyip sık dokuduktan ve bütçe dahilinde olduğuna kanaat getirdikten sonra; Barselona’da donanımlı bir mutfağı olan, temiz, geniş ve La Rambla’nın üzerindeki Citadines Barcelona’da (3 gece, 312 €) karar kıldık. Madrid içinse Puerto del Sol meydanında olması ve fiyatı, eksilerini görmezden gelmemize yeten ve klasik bir otel olan Moderno (3 gece, 207 €) isimli otelden yerlerimizi ayırttık.
Gitmeden evvel seyahat bloglarını karıştırıp,
eşe dosta da sorarak bir yol haritası çıkardık ve 28 Kasım öğleni Katalunya’ya ayak bastık. Gaudi’nin evleri, bitmeyen kilisesi,
parkı, Picasso müzesi, La Rambla, Mercado, Kolomb heykeli vs. ile ilgili detaylı
bilgiler bu yazının konusu değil ancak nerede yenir derseniz ve dededen kitapçı
Daniel Sempere nerelerde dolaştı derseniz onlar olacak sanırım…
- La Paradeta: Del Born diye bir mahalle var. Seyahat bloglarında sıklıkla yer alıyor. O mahalledeki şubesine gittiğimiz balıkçı. Oldukça salaş bir yer ancak denizden ne çıkarsa tezgahında bulunan ve herşeyin taze, lezzetli ve görece ucuz olduğu dükkan.
- Can Paixano: Küçük ve şirin bir yer. Marinaya yakın.
- 7 Portes: Burası nispeten pahalı ama eli yüzü düzgün bir yer. İspanyolların meşhur paellasını yemek için tercih edilebilir.
- Ciudad Condal: Rambla de Catalunya ile Grand Via de les Corts Catalenes’in kesiştiği noktada. Küçük atıştırmalıklar olarak tarif edilebilecek tapas yemek için kapısında kuyruk oluyor. Gittik gördük sevdik.
- Nou Candanchu: Parc Güell’e giderseniz –ki gidersiniz-, oradan dönerken yokuş aşağı salınca kendinizi, ulaşacağınız mahallenin ismi Gracia. Burada ortasında saat kulesi olan bir meydan var, bunun köşesinde de bu dükkan. Hem tapasları hem de paelları güzel.
Rüzgarın Gölgesi’ni okurken tanıştığımız ve
isimlerine aşina hale geldiğimiz sokaklar ise genelde La Rambla üzerinde ve
civarında. Bazılarını bilinçli, kimisini ise tesadüfen görmüş olduk
dolayısıyla. Plaça Reial’de flamenko
gösterisi izlediğimiz Los Tarantos
(yarım saatlik gösteri 10 €) isimli yer,
baba Sempere’nin arkadaşı kitapçı Barcelo’nun
evinin yanı başında, hem Julian Carax’ın hem de Daniel’in tedavi gördüğü Santa
Lucia hastanesi (gerçekte böyle bir yer yok) Picasso müzesinin olduğu yerde,
unutulmuş kitaplar mezarlığı ise Kolomb heykeline doğru inerken sağdaki
sokaklardan birinde idi.
Aşağıdaki kroki, kitabın ana güzergahını
gösteriyor ve de üstündeki gülen yüzler bizim gördüğümüz noktalar. Bunlar
dışında bir de Tibidabo tepesi ve buraya çıkan caddede 32 numarada Aldayalar
konağı var. Önce L7 numaralı metro hattına binip, ardından da tarihi mavi
tramvaya binerseniz, şimdilerde Doxa Consulting isimli bir şirkete ev sahipliği
yapan yeri görebilirsiniz. Biz mavi tramvayın saatlerine bakmadan gidip, elimiz
boş geri döndük. Siz bakmadan gitmeyin. Gitmezsiniz ya…
Bu yazının içine sığmayan, madridista (yazar
burada hala Madrid diyor.) olmamdan bağımsız olarak en az Barselona kadar
sevdiğim Madrid için bir olumlu puan da adım başı kitapçı olması. Ömründe
sadece bir kez bu ülkeyi gören biri için ne kadar yerinde bir tespit emin
değilim ancak, sanırım Madridliler daha çok okuyor.
Şu güzelim kroki kitabın İngilizce baskısının
sonunda mevcut ve ben bu kitabı Madrid’den aldım. Adım adım gezmek isteyen, hem
çok okuyan hem de çok gezenlere hediyemdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder