28 Mayıs 2015 Perşembe

Şikayetçiyim

Erdoğan Arıkan'ı nasıl bilirsiniz?
Objektif, samimi, dürüst, sahtekar, melek, şeytan...
Varsa bir hükmünüz kendi bileceğiniz iş ama siz yine de şunlara bir bakmadan geçmeyin.

Kendi ifadesi ile "tesadüfen spiker" olan Arıkan, benim ifadem ile ölü maçları dirilten bir futbol spikeridir. Hele radyodan dinliyorsanız, olmazsa olmaz olan ses perdelerini bir açıp bir kapatır ve bazen gölgede bazen ise güneşte bırakır Galeano'nun deyimiyle "futbol dilencilerini".

Hatta bazen o kadar çok heyecanlanır ki bir pozisyona, golü yemek üzere olan dinleyici Fenerbahçeli ise onu Galatasaraylı, aksi durumda ise Fenerbahçeli beller. Ama ben ne kadar eminsem Fenerbahçeli olduğuma, onun da Galatasaraylı olduğuna dair en ufak şüphem yok.(bkn: Bir önceki cümle:)

Buraya kadar yolunda olmayan bir şey yok  ama ya sonra...

Sonrası 3 Temmuz.
Kahrolası, hayallerimizi çalan, futbolla ilgilenen ve az biraz kafası çalışan herkesi derinden etkileyen, hala sahneden çekilemeyen bu çirkin oyun, Arıkan'ı da yeni bir pozisyon almaya itti.

Futbolu anlatan adam olmaktan sıyrılıp, o da sahanın dışını yorumlayanlara dahil oldu. Bir yandan endüstriyel futbol karşıtı, alt lig takımlarının dostu kostümünü üzerine uydururken, öte yandan vurun abalıya düsturuyla Fenerbahçe karşıtlığıyla prim kazananlardan oldu.

Çok geriye gitmeden bir örnek ile durumu ortaya koymaya çalışalım şimdi de...

Mart ayı sonunda oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş maçı, Bilic ve Emre Belözoğlu arasında yaşanan olaylar ve bu konuya ilişkin BJK başkanı Fikret Orman'ın söyledikleri ve sonrasını futbolla ilgilenenler elbette hatırlar ancak yine de özetlemekte fayda var.

Fikret Orman, Emre'ye özetle ahlaksız dedi.
(http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/28543820.asp)
Milli takım kampında bulunan Emre için, kamp yaptıkları yerde küfürlü pankart açıldı. (http://www.milliyet.com.tr/emre-belozoglu-fikret-orman-i-fenerbahce-2034889-skorerhaber/)

Aynı tarihlerde bu konunun da işlendiği ve Erdoğan Arıkan tarafından yönetilen spor programında, diğer iki yorumcu bu ifadenin haddini aştığını ifade etmeye çalışırken, Arıkan müdahil oldu ve Fikret Orman'ın bu konuda haklı olduğunu belirterek, Orman'ı destekler ifadelerde bulundu.

Orman ne demişti? "Emre ahlaksız!"
Arıkan ne dedi? "Fikret Orman haklı."

Çok değil yaklaşık bir hafta sonra, Rize deplasmanından dönen ve kaptan Emre'nin de içinde olduğu Fenerbahçe kafilesine Trabzon il sınırları içinde silahlı saldırı gerçekleştirildi. Otobüs şoförünü hedef alarak yapılan saldırı ile onlarca sporcu katledilmeye çalışıldı.
(http://www.ntvspor.net/haber/futbol/127062/fenerbahce-otobusune-ates-acildi)

Mayıs ayının ortalarına gelindiğinde ise bu sefer kişisel seyahat özgürlüğünü kullanmaya çalışan Emre Belözoğlu'na feribotta iken saldırı gerçekleştirildi. Üzerinde forma yokken ve şahsi arabasının içindeyken.
(http://www.milliyet.com.tr/emre-belozoglu-na-saldiri-fenerbahce-2059348-skorerhaber/)


Arıkan bu konulara ilişkin ne dedi, açıkçası ben ilgilenmedim.

Asıl ilgilendiğim ise,14 Nisan 2011 Perşembe günü Resmi Gazete'de yayımlanan, "Sporda Şiddet Ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun" olarak yazıldığında bir şey ifade etmeyen ancak 6222 dendiği vakit Fenerbahçe şike yaptı diye tamamlanan tekerleme.

İşine gelene yaptırımları olan bu kanunun 22. maddesi şu şekilde;
Şiddete neden olabilecek açıklamalar
MADDE 22 – (1) Sporda şiddeti teşvik edecek şekilde basın ve yayın yoluyla açıklamada bulunan kişilere, fiilleri suç oluşturmadığı takdirde, beşbin Türk Lirasından ellibin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir.
(2) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin spor kulübü veya federasyon yöneticileri tarafından işlenmesi halinde, birinci fıkra hükmüne göre verilecek ceza beş katına kadar artırılır.
(3) Birinci fıkra kapsamına giren fiilleri işleyen kişiler, ayrıca idari tedbir olarak spor müsabakalarını seyirden yasaklanır. Bu yasak, kararın verildiği tarihten itibaren üç ay süreyle uygulanır. Koruma tedbiri olarak yasak kararının uygulanmasına ilişkin esas ve usuller, bu tedbir bakımından da uygulanır. Ancak 18 inci maddenin sekizinci fıkrası hükmü bu kişiler bakımından uygulanmaz.
(4) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, haber verme ve eleştiri hakkının sınırları aşılarak yayımlanması halinde, ilgili basın ve yayın organının işleticisi olan gerçek veya tüzel kişiye, yüzbin Türk Lirasından beşyüzbin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir. Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin tekrar tekrar yayımlanması halinde, haber verme hakkının sınırları aşılmış kabul edilir.
6222 nolu kanunun, 22. maddesine ait 1 ve 4 nolu fıkralarına göre, Erdoğan Arıkan'dan şikayetçiyim Hakim Bey!

28 Şubat 2015 Cumartesi

Stadyumdaki Ülke

İletişim Yayınları'nın futbol kitapları serisine dahil olan Futbol ve Kültürü isimli derlemede (Roman Horak/Wolfgang Reiter/Tanıl Bora), Cristian Broomberger imzalı bir makale vardır. "Stadyumdaki Kent" isimli bu yazı; Marsilya maçlarını izlemek için stadyuma gelen taraftarların, oturdukları tribün, yaptıkları tezahürat, ilgi gösterdikleri oyuncu, kazanmaya ya da kaybetmeye yönelik tepkileri vs. bakımından birbirlerinden ne kadar ayrıldıklarını anlatan harika bir analizdir. Bizim ülkemizde, tribüne gelen insanların bırakın eğitim düzeyi ya da yaş aralığını tespit etmek, seyirci sayısı bile devlet sırrı iken benzer bir araştırma hayalden öte belki ancak yine de Fenerbahçe için benzer bir çalışmayı yapmak istiyordum nicedir.

Kitaplığımdaki futbol rafının sakini 22 kitap, yeri geldikçe teşekkür ederek kullanacağım  1 tane makale, 2 adet doktora ve 1 adet yüksek lisans tezi literatür taramasının meyveleri, futbol deyişiyle atılan en güzel golleri olarak kayda geçti.

Sıra rakamlara gelince tıkanıp kaldım. Binlerce kombine kart sahibi taraftarın yedi ceddi bir excell sayfası uzağımda olmasına karşın, bunlara ulaşmak imkansızdı. Hal böyle olunca bu açığı anket yaparak kapatmak elzem oldu.

Araştırma evrenini tanımlarken biraz istatistik karıştırdım. Bu sezon için iyimser bir tahmin olarak 25.000 ortalama taraftarı temsil edebilmek için, 600 civarında bir örneklem sayısı, %95 güven aralığında yeterli sonucu veriyor, 1000 örneklem ise yetip de artıyordu.


Anket soruları https://kwiksurveys.com/sitesine yüklendi ve  Bozkurt Abi (https://twitter.com/_bky)  sağolsun,  çoğunlukla twitter vasıtasıyla katılımcılara ulaştırıldı. Anketi her bir katılımcının bir defa doldurabilmesi için ilgili anket sitesinde ayarlamalar yapıldı. 7 günlük bir sürenin sonunda yapılan incelemede toplam 650 taraftarın anketi doldurmuş olduğu görüldü. Tüm sorulara yanıt vermeyen 11 örneklem ihmal edilerek 639 taraftarın desteğiyle Sarı - Lacivert - Şampiyon - Fener sonucuna ulaşıldı.

1990 yılında sosyolog Can Kozanoğlu’nun yayınladığı “Bu Maçı Alıcaz: Türkiye’de Futbol” kitabı, futbol alanında Türkiye’de yayınlanan ilk kitaptır. Bu muazzam kitabın, Kim kimi tutuyor? başlığı altında bu eksiklikten şu şekilde bahsetmişti:

“O halde, her takımın ayrıntılı taraftar profili hemen hemen aynıdır (mı?)... Onu da söylemek zor. Birileri çıkıp bu konuda çok ciddi, geniş kapsamlı ve örneklemesi özenle yapılmış bir araştırma düzenleyene kadar, ne söylense soyut kaçacak galiba. Ama gazeteler için üç günde yapılan, sonuçları da birbirini pek tutmayan “taraftar oranı” araştırmaları gibi değil, doğru dürüst bir profil araştırması...”

Peşin olarak söylemem gereken; benim yaptığım çalışma büyük bir iyi niyetle yapılmasına karşın, bahsi geçen doğru dürüst profil araştırması maalesef olamadı. Profili ortaya koymak için sorulması gereken çok daha fazla soru varken, tribün özelinde sadece yaş aralıkları, eğitim durumu ve cinsiyet sorgulandı. Fenerium ve Maraton tribünleri alt ve üst diye ikiye ayırılmayarak bir hata daha yapıldı.

Meslek, medeni durum, maça gitme sıklığı, bir taraftar grubuna dahil olup olunmadığı, siyasi eğilim, maç izleme ritüelleri, en beğenilen futbolcular, ikamet edilen semt, tercih edilen oyun tarzı, en sevilmeyen takım soruları da keşke olsaydı dememek ya da en azından bu eksiklikleri daha az hissetmek için bu soruların da cevapları aranan akademik çalışmalardan yararlanıldı.

Gelelim bulgulara:
  •         Stadyumun erkek egemen bir alan olduğu ve en sevilmeyen takımın hangisi olduğu anket gerektirmeyen ve cevabı bilinen sorular aslında.
    Değerlendirmeye alınan katılımcıların % 93’ünü erkekler, %7’sini ise kadınlar oluşturmaktadır.
    En fazla kadın seyirci %10 ile Fenerium tribününde varken, en az kadın seyirci oranına ise %3 ile Okul Açık’ta rastlanmıştır.

2008 senesinde Erden M. Or tarafından yapılan “Spor Kulüplerinde Taraftar Memnuniyeti: Üç Büyük Spor Kulübüne İlişkin Bir Araştırma” isimli doktora tezinde benzer yöntemle yapılan ve 5742 katılımcıyla gerçekleştirilen anket sonucuna göre İstanbul’un 3 büyüklerinde rastlanan kadın seyirci oranı %6,4 olarak tespit edilmiştir.

Bu araştırmanın tetikçisi olan Christian Bromberger’in Marsilya tribünleri için yaptığı araştırmada ise seyircilerin %85’i erkektir.

2000 senesinde Özden Taşgın’ın yüksek lisans tezi olarak hazırladığı “Fenerbahçe Futbol Seyircisinin Sosya-Ekonomik Profili” adındaki çalışma ise 1998-99 sezonu ikinci yarısında oynanan Fenerbahçe-Altay müsabakası sırasında tribündeki seyircilerle yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilmiştir. Toplam 292 seyirciye sorulan ilginç sorulardan biri en sevmedikleri takım olmuş ve bu soruya %81 oranında beklenen cevap Galatasaray verilirken, asıl şaşırtıcı sonuç bir diğer ezeli rakip Beşiktaş’ın sevilmeme oranının sadece %3,4 olmasıdır.
  • Anketimize katılıp soruların tamamını dolduran katılımcıların yaş gruplarına göre dağılımı incelendiğinde “25-35 yaş” arasındaki katılımcıların % 36 ile en büyük paya sahip olduğu görülmektedir. Sonrasında % 29 ile “35-45 yaş”, %20 ile “18-25” ve % 15 ile “45 ve üzeri” yaş grupları gelmektedir.

    Tribün özelinde incelendiğinde ise en genç seyirci profili Okul Açık’ta iken, en “yaşlı” seyirci ise Maraton’da toplanmıştır.


Özden Taşgın’ın araştırmasında “25-35 yaş” arasındaki katılımcılar % 33 ile bir kez daha en büyük paya sahipken, Erden Or’un araştırmasında “21-31” yaş arası katılımcılar % 54 ile başı çekmektedir.

Bir başka doktora tezi olan ve Özgür Dirim Özkan tarafından gerçekleştirilen “SARAYBOSNA’DA FUTBOL TARAFTARLIĞI VE KİMLİK FARKLILAŞMASI:SARAJEVO VE ŽELJEZNİČA TARAFTARLARI” isimli çalışmada ortaya konan bulgular şunlardır:

“Araştırmada değerlendirmeye aldığım anketlere katılan taraftarların yaş ortalaması 27,9’dur…Taraftarların %57’si 25 yaşın altındadır. Gerek Türkiye’deki, gerek alan araştırmam sırasında Bosna-Hersek’teki, gerekse de farklı nedenlerle farklı zamanlarda futbol maçı izleme şansı bulduğum Almanya, Polonya, Sırbistan, Makedonya, Danimarka ve Hırvatistan gibi ülkelerde yaptığım gözlemler taraftarlar için 26 yaşın önemli bir eşik anlamına geldiğini göstermektedir. Türkiye Devlet İstatistik Kurumu’nun 26 Haziran 2009 tarihinde yayınladığı raporda, 2008 yılında evlenen erkeklerin ortalama yaşının 26,2 olduğu açıklanmaktadır. Türk futbol taraftarları arasında yaygın olan “Taraftarın cenaze namazı nikâh masasında kılınır” 1 sözünde ifadesini bulan medeni durumla taraftarlık arasındaki dolaysız ilişki farklı ülkelerde de benzer bir durum sergilemektedir. Taraftarlardaki evlenme oranıyla maçları takip etme oranının ters orantıda olması bu bölümde ayrıca ele alınacaktır. Evlenen taraftarların edindikleri yeni sorumluluklar bekârken sıkça tekrarladıkları bazı etkinliklere daha az vakit
ayırmalarını beraberinde getirmektedir. Futbol maçlarını izlemek için stadyuma gitmek de bu etkinliklerin başında gelmektedir.”
  • Katılımcıların eğitim durumlarına bakıldığında %69’luk en büyük dilimin lisans ve ön lisans mezunlarına ait olduğu görülmektedir. Eğitim düzeyi en yüksek tribün %24 oranında yüksek lisans ve doktora mezunu taraftara rastlanan Fenerium iken, lise ve ilköğretim mezunlarının yine %24 oranıyla en fazla rastlandığı tribün ise Migros olmuştur.





Özden Taşgın’ın çalışmasında da tribün ve eğitim düzeyi çapraz olarak eşleştirilmiş ve şu sonuçlara ulaşılmıştır. Araştırmada kapalı olarak adlandırılan, şimdilerde  Fenerium diye isimlendirilen tribündeki taraftarların %60’ı üniversite mezunudur.

Erden Or’un üç büyükleri kapsayan çalışmasında üniversite mezunlarının oranı %59,4 iken, yüksek lisans ve doktora yapanlarının toplamının oranı %7 olarak tespit edilmiştir.

Dirim’in iki Bosna Hersek takımı için yaptığı çalışmada ise % 46 oranında üniversite mezunu tespit edilmiştir.

Tüm bu çalışmalar karşılaştırıldığında Türk seyircisinin Bosna Hersek taraftarından daha eğitimli olduğu sonucuna varılabilir. 

  • Tribünde maç izleyen kadın taraftarlar en çok %36 oranı ile Fenerium’a giderken, en az %11 oranda Türk Telekom’a (Okul Açık) konuk olmaktalar.


Sonuç:

"Yaşam hakkında önemli ve gerçek her şeyi, ben futbol sahalarında ve stadyumlarda öğrendim." diyen Albert Camus kadar iddialı olamasam da  Yalçın Doğan'ın kitleleşen sporun insan yaşamına yön veren temel kurumlardan biri olduğu fikrine katılmamak olası değil.

Futbolun sahnelendiği yer olan stadyum ise sevinç ve üzüntünün beraberce yaşandığı, belirgin farklılıkların eridiği bir kap, dudaklarımızı kemirdiğimiz sırada "gool" diye bağırıp hiç tanımadığımız bir yabancıya sarıldığımız, görüşleri ve inançlarıyla hiç uyuşmadığınız bir insanla kol kola girebildiğiniz, bunun karşısında ; deplasman tribününde, aynı dava, aynı amaçlar uğruna belki birlikte ölüme bile gidebileceğiniz insana yada insanlara düşman kesilebildiğiniz yerdir.

Ehrenberg’in deyimiyle "demokrasi ütopyasının ete kemiğe büründüğü", Marksist bakış açısına göre ise kitlelerin afyonu olan futbolun, Franco'nun tabiriyle uyutulduğu uyku tulumudur stadyum. 

Demokrasi ve ifade özgürlüğü özürlü ülkemizde, pasolig saçmalığı sebebiyle uzak kaldığım ancak rüyalarıma giren yerdir stadyum.

Temdit Penaltısı: 

Can Kozanoğlu'nun bir özlü sözüyle stadyumun ışıkları sönsün.

“Yuh ulan be, ne buluyorsun bu Fener’de, baska takım mı yok?” (Sana ne lan!)"


KAYNAKÇA

Broomberger “Stadyumdaki Kent”
Gürel, Akkoç "Stadyum; Benzerlikler, Koşutluklar ve İzdüşümler"
Taşgın "Fenerbahçe Futbol Seyircisin Sosyo-Ekonomik Profili"
Or "Spor Kulüplerinde Taraftar Memnuniyeti: Üç Büyük Spor Kulübüne İlişkin Bir Araştırma"
Özkan "Saraybosna'da Futbol Taraftarlığı ve Kimlik Farklılaşması: Sarajevo ve Zeljeznicar Taraftarları"
Kozanoğlu "Bu Maçı Alıcaz: Türkiye'de Futbol" 

29 Ocak 2015 Perşembe

Rüzgarın Gölgesi

Barselona’ya gitmeye karar vermeden önce haberdar dahi olmadığım ama sonrasında geziyi yönlendirir hale gelen ve başucu kitabı payesine hak kazanan kitaptan…

“Yüzlerce, binlerce ciltle dolu koridorlarda gezindim. Yürürken, bu duvarların ötesinde, dışarıdaki dünyada insanların kendileri için bir şeyler yapmak yerine yaşamlarının her akşam futbol ve pembe dizilerle geçip gitmesini umursamadıklarını, hatta bundan memnun olduklarını, oysa bu kitaplarının her birinin kapakları arasında sonsuz bir evrenin keşfedilmeyi beklediğini düşündüm.”

Yukarıdaki paragraf, Carlos Ruiz Zafon isimli İspanyol bi’ abinin, Rüzgarın Gölgesi isimli kitabından alıntı. Barselona’da geçen roman, Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’nda (yukarıda bahsedilen duvarların içi)kahramanımız Daniel’in eline aldığı kitap ve bunu takip eden harika bir serüveni konu alıyor. Kitap içinde kitap…

Haziran ayında Barselona’ya gidiş geliş uçak biletlerine 248 € vererek (pegasus) keşfi başlattık. Kasım sonunu iple çekerken, şehir hakkında fikir sahibi olmak için; şehirde geçen en azından bir film izleyip, bir de kitap okuyalım dedik. Vicky Cristina Barcelona zaten izlenmiş olduğundan, yine Penelope Cruz’un oynadığı ve Madrid’te başlayıp Barselona’da sonlanan Annem Hakkında Herşey izlenesi, Rüzgarın Gölgesi ise okunası olarak seçildi. Bir haftanın Barselona için çok olacağı telkinleri üzerine, seyahate başkent Madrid’de eklendi ve işbu sebepten filmden çok umutlu idim. Güzel ancak sandığım gibi bir yol hikayesi değil ve de şehirle ilgili detaylardan çok, hikayenin kendisi ön planda olduğundan elde bir tek Rüzgarın Gölgesi kaldı. Daniel’in  en yakın arkadaşı ve romanın en eğlenceli karakteri Fermin Romero de Torres kadar acımasız olup “Sinema akılsızlığı besliyor ve insanları daha da aptallaştırıyor. Sinema bilgisiz kitleleri eğlendirmek için icat edilmiştir.demeyeceğim ancak çok da haksız değil sanki…

Ağustos ayı geldiğinde, elde sadece Barselona’da geçen bir roman ve de gidiş dönüş uçak biletleri vardı. Madrid’e araba kiralayıp mı gitsek, giderken Zaragoza’ya da mı uğrasak derken mesleki ilgi baskın çıktı ve de tren ile gitmeye karar verdik. Renfe vasıtasıyla, yine aylarca önceden toplam 98 € karşılığında Barselona-Madrid hızlı tren biletleri organizasyona dahil edilmiş oldu. Dönüşü ise hem gün kazanmak hem de şehirden havaalanına ulaşmakla bir kez daha uğraşmamak için, uçakla yapmaya karar verip, yine aynı tarihlerde 103 € verip (vueling) cebimize koyduk.

Geriye sadece kafayı koyacak yastıklar kalmış ve aylardan Kasım gelmek üzereydi. En son Berlin’de airbnb üzerinden kiralanan dairede kalındığı ve bu tecrübeden oldukça memnun olunduğu için hedef yine o tarz bir konaklamaydı. İnce eleyip sık dokuduktan ve bütçe dahilinde olduğuna kanaat getirdikten sonra; Barselona’da  donanımlı bir mutfağı olan, temiz, geniş ve La Rambla’nın üzerindeki Citadines Barcelona’da (3 gece, 312 €) karar kıldık. Madrid içinse Puerto del Sol meydanında olması ve fiyatı, eksilerini görmezden gelmemize yeten ve klasik bir otel olan Moderno (3 gece, 207 €)  isimli otelden yerlerimizi ayırttık.

Gitmeden evvel seyahat bloglarını karıştırıp, eşe dosta da sorarak bir yol haritası çıkardık ve 28 Kasım öğleni Katalunya’ya ayak bastık. Gaudi’nin evleri, bitmeyen kilisesi, parkı, Picasso müzesi, La Rambla, Mercado, Kolomb heykeli vs. ile ilgili detaylı bilgiler bu yazının konusu değil ancak nerede yenir derseniz ve dededen kitapçı Daniel Sempere nerelerde dolaştı derseniz onlar olacak sanırım…

  • La Paradeta: Del Born diye bir mahalle var. Seyahat bloglarında sıklıkla yer alıyor. O mahalledeki şubesine gittiğimiz balıkçı. Oldukça salaş bir yer ancak denizden ne çıkarsa tezgahında bulunan ve herşeyin taze, lezzetli ve görece ucuz olduğu dükkan.
  • Can Paixano: Küçük ve şirin bir yer. Marinaya yakın.
  • 7 Portes: Burası nispeten pahalı ama eli yüzü düzgün bir yer. İspanyolların meşhur paellasını yemek için tercih edilebilir.
  • Ciudad Condal: Rambla de Catalunya ile Grand Via de les Corts Catalenes’in kesiştiği noktada. Küçük atıştırmalıklar olarak tarif edilebilecek tapas yemek için kapısında kuyruk oluyor. Gittik gördük sevdik.
  • Nou Candanchu: Parc Güell’e giderseniz –ki gidersiniz-, oradan dönerken yokuş aşağı salınca kendinizi, ulaşacağınız mahallenin ismi Gracia. Burada ortasında saat kulesi olan bir meydan var, bunun köşesinde de bu dükkan. Hem tapasları hem de paelları güzel.

Rüzgarın Gölgesi’ni okurken tanıştığımız ve isimlerine aşina hale geldiğimiz sokaklar ise genelde La Rambla üzerinde ve civarında. Bazılarını bilinçli, kimisini ise tesadüfen görmüş olduk dolayısıyla. Plaça Reial’de flamenko gösterisi izlediğimiz Los Tarantos (yarım saatlik gösteri 10 €) isimli yer, baba Sempere’nin arkadaşı kitapçı Barcelo’nun evinin yanı başında, hem Julian Carax’ın hem de Daniel’in tedavi gördüğü Santa Lucia hastanesi (gerçekte böyle bir yer yok) Picasso müzesinin olduğu yerde, unutulmuş kitaplar mezarlığı ise Kolomb heykeline doğru inerken sağdaki sokaklardan birinde idi.

Aşağıdaki kroki, kitabın ana güzergahını gösteriyor ve de üstündeki gülen yüzler bizim gördüğümüz noktalar. Bunlar dışında bir de Tibidabo tepesi ve buraya çıkan caddede 32 numarada Aldayalar konağı var. Önce L7 numaralı metro hattına binip, ardından da tarihi mavi tramvaya binerseniz, şimdilerde Doxa Consulting isimli bir şirkete ev sahipliği yapan yeri görebilirsiniz. Biz mavi tramvayın saatlerine bakmadan gidip, elimiz boş geri döndük. Siz bakmadan gitmeyin. Gitmezsiniz ya…


Bu yazının içine sığmayan, madridista (yazar burada hala Madrid diyor.) olmamdan bağımsız olarak en az Barselona kadar sevdiğim Madrid için bir olumlu puan da adım başı kitapçı olması. Ömründe sadece bir kez bu ülkeyi gören biri için ne kadar yerinde bir tespit emin değilim ancak, sanırım Madridliler daha çok okuyor.

Şu güzelim kroki kitabın İngilizce baskısının sonunda mevcut ve ben bu kitabı Madrid’den aldım. Adım adım gezmek isteyen, hem çok okuyan hem de çok gezenlere hediyemdir.