25 Eylül 2010 Cumartesi

Büyük Fenerbahçe'nin Büyük Taraftarı

Fenerbahçe’yi tribünde ilk kez izlediğimde onlu yaşların başındaydım. Abim elimden tutmuş, çubuklu forma ve Şeytan Rıdvan ile tanıştırmıştı beni. Maraton tribününün direk aralarının şeytanın geniş fulelerine yetmediği, okul tribününün gelecekteki isim sahiplerinden Telsim’in henüz portakalda vitamin, Türk Telekom’un ise hala PTT’nin “t”si olduğu senede, şimdilerde market olan ama o zaman yeni açık denilen yerde ağırlamıştı Fenerbahçe Stadı bizi. Sevinçli bir heyecan ile girdiğim eski püskü stattan, yeni sünnet olmuş oğlan çocuğu özgüveni ile çıkmıştım.

Kış günleri malum dere taşınca lağım çukuruna dönerdi etrafı. Kurbağa larvası misali kuyrukta beklemek taraftarlığın gereği, araya kaynak yapmak ise turnikeden geçebilmenin olmazsa olmazıydı. Ezeli rakip geldiği vakit, maç oynanırken izdihamdan yere değemeyen ayaklar, maçın ardından mutluluktan kesilirdi yerden.

Şimdilerde koltuğu numaralı, kendisi selamsız yığınla adam doldururken statı, o vakitler her maç haftası yeni bir Fenerli dost edinilir, gol sevinci hayatında ilk kez gördüğün o insanla paylaşılırdı. Bırakın statı, evlerde bile yoktu o yıllarda doğalgaz. Üşümezdi ama “omuz omuza” yapan taraftar.

Maçtan önce takım kadrolarını sayan, gol olunca kaba etini yırtan, yaptığı hatayla binlerce insanı timsah kılığına girmiş maymuna çeviren stat çığırtkanları -nam-ı çağdaş stat anonsçuları- da yoktu o zamanlar. Alman ligini izlerken özenerek baktığım "anonsçu" çok geçmeden bizim artık kocaman olan stadımızın yolunu da buldu. O geldi gelmesine ama taraftar gitti sanki...

Yıllardır tribünde maç izleyen bendenize, psikolojide muhtemel afili karşılıkları olan haller oldu. Basite indirgenirse kanıksamak olarak adı konabilecek bu halin farkına varmamı sağlayan ise sadece tribünü değil hayatımı da paylaştığım kuzum oldu. Paok maçı öncesi takım kadrolarını sayan çığırtkan, deplasman takımı ve Fenerbahçe'nin kadrolarını bitirdikten sonra alışılagelen tavrının aksine, taraftarı pas geçip "Teknik direktörümüz Aykut Kocaman" diye bitirdi duyurusunu. Benim üzerinde dahi durmadığım hadiseye uyanmamı sağlayan kuzunun tepkisi üzerine, "Kalk gidelim madem, bize ihtiyaç yokmuş..." deyip gülüp geçtik.

Beşiktaş derbisinde bu sefer daha dikkatli olarak bekledim takım kadrolarının sayılmasını. Aynı duyuru bu sefer şöyle sonlandı...

"Büyük Fenerbahçe'nin büyük taraftarı!!!"

Fenerbahçe'nin ihtiyacı olan taraftar mı, teknik direktör mü, başkan mı, yoksa hepsi mi?...
En iyisi kovun gitsin şu istikrarsız stat çığırtkanını. Bütün suç onda!

1 yorum:

B.Serbetci dedi ki...

Benim de ilk maçım bir Fenerbahçe maçıydı, Daum'la -dahi olduğu zamanlar- şampiyon olduğumuz sene. Şampiyonluğu garantilemiş olarak çıkmıştık maça, sanırım ligin bitmesine 2 hafta vardı. Annemlere deli gibi yalvarmıştım, kuzenimle göndermişlerdi beni göz kulak olsun başıma birşey gelmesin diye, ne bilsinler ki benim kuzen kapalının piskopatlarından, kendi tayfası var, bilet denen şeyle alakası yok, gece sabahlamalarına gidiyor stadın önüne :)) Tribün merdivenlerinden çıkıp yemyeşil sahayı ilk gördüğümde kalbim sıkışmıştı ya heyecandan, acayip yeşil gözükmüştü gözüme saha, şimdi o kadar yeşil gelmiyor gerçekten. Maçtan önce o zamanlar PAF maçı oynanıyordu, Beşiktaş-Denizli'yi 5-0 yenmişti. Sonra esas maç başladı, iyi oynamıştık ama 0-0 bitmişti maç, zaten şampiyonluk garanti olduğu için çok laylaylom geçmişti. Tribün yarı yarıyaydı çünkü hatırlıyorum kapalının ortasında demir bariyer vardı, kapalıda da Fener taraftarı vardı.