26 Aralık 2010 Pazar

Maç Seçmeyen Taraftar

En büyük taraftar basmakalıplarından biridir. Hitap cümlesi yöreye ve eğitim düzeyine göre hafız, amcaoğlu, üstad, mirim tarzında farklılıklar gösterse de, sonu hep aynıdır.
"...maç seçiyor bu topçular!"

Ben de özünde taraftar olduğumdan, aynı serzenişe sığınmış olabilirim. Blog içi arama motoru vasıtasıyla, evvelce yazdıklarımı gözüme sokmak için fırsat kollayan arkadaşlara duyurulur.

Buca kupa maçı öncesi, elimde fazladan bir kombine bilet, birinci derece yakınlarımdan başlayarak yanıma taraftar aramaya başladım. Bütün çabalarım sonuçsuz kalmak üzere iken, imdadıma ezeli rakip ebedi dost yetişti. Takım aşkından kör olmayan, futbol sevgisini renklerin önünde tutan, yirmi senelik arkadaşım, Galatasaraylı kardeşimle seyrettik maçı. Hani biz seçmiyoruz ya maç...

Dışardan bakan bu gözün, taraftar profilimizle ilgili harika bir tespiti oldu. Fenerbahçe tribünlerinde  yaşını başını almış, kemik bir taraftar oluşumunun altını çizdi.

Günlük başarıların esiri, yirmili yaşlarda taraftarların gözünü, yapacağınız birkaç transferle boyayabilirsiniz ancak yirmi senedir tribün gediklisi olan abileri kandırmak o kadar da kolay değil.

14 Aralık 2010 Salı

Spor Aşka Geldi

Beşiktaş ile Bursaspor arasında oynanan Spor Toto Süper Lig 15. hafta karşılaşması öncesinde taraftarlar arasında çıkan olaylar unutuldu. Kavga, dövüş, sahtekarlık derdine düşüp spor aşkımızı unuttuğumuz gibi.

Üç Bursaspor taraftarının bıçakla yaralandığı, yoldan geçmekte olan istemsiz şahitlerin ise futbol sevgisinin öldürüldüğü günün üzerinden haftalar geçti. Gözaltına alınan taraftarlar liyakat nişanları için sabırsızlanırken, yaralananlar gazi olmanın onuruyla yürür oldu Altıparmak’ta. Amatör futbolseverlerin payına da, TFF tarafından verilen ikişer maçlık saha kapama cezasını çekmek düştü.

Türkiye’de sosyolojik değil semiyolojik futbol fanatizmi –dilde, işaretler, simgeler düzeyinde kalan, eyleme –en azından söylemin işaret ettiği düzeyde- dökülmeyen bir fanatizm- olduğunu söyleyen Haşmet Babaoğlu’nun fikri sabit midir bilinmez, ancak; “elimizde baltalarla, belimizde kasatura…” ile başlayan taraftar tezahüratının vandal bir söylemden ibaret, bahsi geçen kesici aletlerin ise sembolik olduklarına inanmak olası değil artık.

Bursaspor’un küme düştüğü 2003-2004 sezonunda, yeşil-beyazlı taraftarlar Beşiktaş’ın, küme düşme hattındaki rakiplerine yenilmesine tepki gösterince, iki takım taraftarları arasında başlayan gerginliği, taraflara deplasman yasağı getirerek ertelemişti akil adamlar. Aynı akil adamlar, bent arkasında tutulan su misali yedi senedir biriktirilen sorunların, geçtiğimiz sezonun son maçının hatırına bir kalemde silineceğini ve spor aşkıyla dolacağını mı düşündüler taraftarların?...

Lütfi Kırdar ve Mithatpaşa’da kol kola harika sporcular izleyen neslin limiti ebediyete yaklaştıkça, spora olan aşk her geçen gün niteliğini yitirmekte. Kazanmak için her yolu mübah sayan sözde sporcular, basacağı bir fazla gazete için yalan yazan sözde basın mensupları, sorunca mücadele kılıfını uydurdukları ancak düpedüz kavga ettirmek üzerine kurdukları bir sistemle sahaya çıkan sözde hocalar, takım aşkı ardına gizledikleri ticari gayeleri için görev alan sözde yöneticiler çoğunluktayken, spor aşkının unutulmaması garip olurdu zaten.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Daima Fener'e Oyna, Kazanırsın



1960 yapımı bir Yeşilçam filmi...Aslan Yavrusu.

Dolaylı olarak bu görüntülere ulaşmamı sağlayan Canarino'ya ve Türk filmlerinin içine serpilmiş bu sevgiye her denk gelişlerinde, Fenerbahçelilikleri okşananlara selam olsun.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Bence...

Bence ile başlayan cümlelerden oldum olası hoşlanmamışımdır. Hal böyle iken kendimle çeliştiğimin farkında, şöyle başlamak istiyorum...
Bence Fenerbahçe, Karabük karşısında doğru futbol oynadı.

Bununla da yetinmeyip şunu da eklemek istiyorum...
Bence Aykut Kocaman, ilk kez elindeki kadrodan en doğru oyuncuları seçerek maça başlayıp, ilerleyen dakikalarda maçı tutmak adına çok doğru değişiklikler yaptı.

İnsanın beyan ettiği kendi fikri iken, bence ile başlamasının manasızlığı konusunda fikrim sabit ancak, maç çıkışı koridorda ki taraftar selinden yükselen olumsuz seslerin ahengi, fikrimle tek başıma bırakınca beni, egomun sivrilesi geldi. Kusura bakılmaya...

İçinde Cristian'ın olduğu bir kadrodan doğru diye bahsettiğimin farkındayım ve bu satırları yazarken sadece ıhlamur içiyorum. Cristian'ın son 3 haftadır oynadığı oyununun futbola benzediği, önde bastığı ve rakip ceza sahasında gol bile aradığı gerçeği varken benim onun hakkında ki fikrim değişmiş çok mu?

Gelelim maça...
Emenike denen insan üstü forvet oyuncusu, ikinci yarının başında Yobo'yu sırtına alıp, Volkan'ın da hatasından faydalanarak farkı bire indirmeseydi eğer maçın özeti tek cümleden ibaret ve şu şekilde olacaktı; "Şu ülkede ne kadar futbol dilencisi varsa, Alex'in sahada attığı her adım için şükretsinler."
Emenike'nin çabasıyla Karabük maça ortak olunca, Aykut Kocaman hamle yapmak bendeniz de bir yeni paragraf yazmak zorunda kaldı. Orta sahayı dengelemek adına Selçuk Şahin'i oyuna alıp, Alex'i forvete, Niang'ı Marsilya'dan aşina olduğu sol çizgiye gönderdi. Emre ve Cristian dönüşümlü olarak  önde basarak Karabük savunmasını çıkarmazken, Selçuk Şahin ise orta saha çizgisi üzerinde oynayan bir süpürücü görevi üstlenince sıkışan maç rahatladı. Karabük oynar gözükmesine karşın, gol pozisyonuna giremezken, Fenerbahçe Cristian, Dia ve Semih ile yakaladığı pozisyonları değerlendiremeyince ikinci yarının galibi Karabük, maçın galibi ise Fenerbahçe oldu.

Semih'in kaçırdığı gol için söylenecek çok şey var ancak adımız hizipçiye çıkar maazallah.

Fenerbahçe 2-1 Kardemir Karabükspor

29 Kasım 2010 Pazartesi

Fener Mesaisi

Güne Galatasaray derbisi ile başlayıp, Galatasaray derbisiyle günü sonlandırmak, derbiden sayarsanız eğer araya bir de Beşiktaş galibiyeti eklemek pek keyifli imiş onu öğrendim Pazar günü. Aykut Hocam sağolsun...

Bu sene futbol takımına küsüp, kendini kadın basketbol takımına adayan kuzen Puskas (Gerçi her sezon başı küsüp, son haftalarda barışır ya, aramızda kalsın:), Pazar akşam derbiye gidelim mi dediği vakit, aklımda sadece Caferağa'ya gitmek vardı.

Kadının fendinin, erkeği yenmesine razı olmayan gönlüm Caferağa derbisini gün sonuna öteleyip, derbi güzergahının ilk durağı olarak Burhan Felek'te oynanacak erkek voleybol maçını seçti. Yeni salonu görmek cabası, maçın adı da Fenerbahçe-Galatasaray olunca, sürpriz mağlubiyete karşın keyifli başladı derbi maratonum. Kaptan Arslan'ın kötü performansına, Miljkovic'in sıçramadan  topa vurabileceğine olan inancının devam etmesi eklenince, ezeli rakip 23-25 sonuçlanan üç setin ardından sahadan galip ayrıldı.
Fenerbahçe 0-3 Galatasaray

İkinci maç Fenerbahçe Acıbadem ile Beşiktaş arasındaydı. İki takım arasındaki dağları fark etmek için Aylin Abla olmaya da gerek yoktu.Caferağa'nın yolunu tutarken, ilk set henüz sonuçlanmıştı ve kızlar terlememişti bile. Vakti zamanında, Demirören'in "Paf takımıyla çıkarım haaa!..." diye bir tehdidi vardı ya hani...Sözünün eriymiş başkan.
Fenerbahçe Acıbadem 3-0 Beşiktaş

Üçüncü ve asıl maç için, bu sefer Puskas ile beraber, salonda yerimizi aldık. Takımlar ısınırken smaç vuran kadın (Sylvia Fowles), biraz gözümü korkutsa da, Nevriye, Birsel ve Esmaral'in hala çubuklu için mücadele ettiğini hatırlayıp rahatladım. Maça iyi başlayan Galatasaray oldu. Fowles'ın pota altını domine etmesi, Augustus'un hepsini tek elle bitirdiği cemşatlarının giresinin tutması ve Fenerbahçe'nin ısrarla boş şut kaçırması rakibin öne fırlamasını sağladı.
İlk üç periyot her şey Galatasaray'ın istediği gibi giderken, kritik anlarda lehlerine çalınan hakem düdüklerinin de katkılarıyla, final periyoduna dokuz sayılık avantajla girdiler. Top hırsızı Birsel Vardarlı'nın ön sahada yaptığı baskıyla sertleşen Fenerbahçe savunması, yine Birsel'in asistleriyle farkı eritti ve bitime dört buçuk dakika kala Taurasi'nin attığı üçlükle ilk kez öne geçince, bana da kuzene çaktırmadan mutluluktan yaşaran gözlerimi silmek düştü.
Fenerbahçe 74- 68 Galatasaray Medical Park

24 Kasım 2010 Çarşamba

"I love You Alex"

Isınmaya çıkan futbolcu topluluğunu, gözle görülemeyen rütbe alametleri olan apoletlerine göre sırasıyla tribüne buyur etmek, en önemli taraftar ritüellerinden biridir. Bu kültüre yabancı, ecnebi futbolcuların ilk “yumruk havaya” tecrübeleri genellikle komik görüntülerle sonuçlansa da, çok değil iki, bilemedin üç hafta sonra usta olur çıkarlar. Her yeni yabancının ismi, tribün bestekarları için doğru ezgiyle birleştirilmesi gereken bir güfte olur. Tek heceli Güney Amerikalılar (Jo) ve sesli harf fakiri olan Slavlar (Beschastnykh) zor sınavlardır ancak, taraftar her daim sınıfı geçmeyi başarır.

Bir de sınavsız gönüllere buyur edilen, üzerine düşünmeye dahi gerek duyulmadan malum sevgi cümlesinin maşuğu yapılanlar vardır ki, her on senede yeni bir futbol aşkı bulabilirseniz eğer , futbol tanrılarının sevdiği bir kul olarak addedin kendinizi.

Blogun isim sahibi, benim futbol sevgimin ortağı, savunma sanatçısı Uche Okechukwu’yu “I love you Uche” diye tribüne çağırdığımız  soğuk Ekim akşamında rakip Trabzonspor, sene 1996 idi. Fenerbahçe’nin atılmayı beklenen iki bininci golü, Jay Jay Okocha ve Kemalettin Şentürk’ün denemelerinde direğe takılırken, Fenerbahçe tarihine isminin yazılması elzem olan adamı bekledi sanki. Fenerbahçe, Trabzon’u Uche’nin son dakika golüyle mağlup ederken, atılan bu gol lig tarihindeki  iki bininci gol olarak kayıt altına alınmıştı.

Takip eden on dört seneye 999 gol sığdıran Fenerbahçe, bu sefer üç bininci gol için sahadaydı. Buca maçı bayram tatilinin ardından ilk mesai gününe denk gelince, üç bininci golün arifesinde olduğumuz tamamen aklımdan çıkmıştı. Fenerbahçe'nin başarısı için ilk düdükle beraber edilmeye başlanan duaların noktası olan "amin" bile diyemeden, kaptan Alex De Souza üç bininci golü kutlamaya başladı. İngilizlerin icadı bu güzel oyununun en prestijli hadiselerinden biri olan hattrick'i (Yeri gelmişken ilave etmek gerekirse; İngilizler atılan üç gol peş peşe kaydedilmezse hattrick saymazlar.) yirmi üç dakikada gerçekleştiren Brezilyalı oyundan çıkarken, bütün stad ayakta "I love you Alex..." diye yıkılıyordu. O sahadan çıkarken gayriihtiyari dudaklarımdan dökülenler ise şunlardı...
"Şükürler olsun seni futbol oynarken seyredebildim kaptan."

7 Kasım 2010 Pazar

Rekabet Kültürü

Yaşları on dört, on beş olsa da, göğüslerinde taşıdıkları armalar bir asırlık olunca, ülke futbolunun en önemli rekabetinin aktörleri oluverir gencecik çocuklar. Fenerbahçe on altı yaş altı takımının orta saha ve hücum hattında oynayan beş oyuncunun yaşları toplamı kadar zamanı dünyada konuk olarak geçiren, Fenerbahçe tarihinin en önemli oyuncularından biri olan Lefter Küçükandonyadis'in isminin verildiği tesislerde karşı karşıya geldi iki asırlık çınarın gencecik fidanları.

Rekabetin bütün gerekliliklerinin sahaya konduğu mücadelede benim sarı lacivert gözlüklerime takılan oyuncular sağ açık Faruk Mercen ve on numara kaptan Muhammed Akarslan oldu. Kim kazandı diye merak edenler vardır elbet. Bütün gereklilikler yerine getirildi yazmıştım aslında.)

Fenerbahçe 4-3 Galatasaray (U16)

4 Kasım 2010 Perşembe

Fenerbahçe

Geçtiğimiz sezonun Euroleague şampiyonu Barcelona'yı İspanya'da 61 sayıda tutan Fenerbahçe, tarihi bir galibiyete imza attı.

Regal Barcelona 61-69 Fenerbahçe Ülker

2 Kasım 2010 Salı

Uyku Tulumu

Papazın Çayırı için iki kuşak eksik olan ömrüm, Fenerbahçe Stadı’nın evriminin ise tam ortasına denk geldi. Şimdilerde mesleki abecemin olmazsa olmazı olan kolonlara, direk dediğim yıllarda, doğru görüş açısı için köşe kapmaca oynardım onlarla. Son senelerde maçın başlamasına yarım saat kala lütfederek geçtiğim turnikeler, o vakitler Türk’ün kızıl elma ülküsünden farksızdı.
Saatler önce girilen bomboş tribünlerin numarasız koltuklarından yer beğenilir, her maç haftası yeni bir Fenerbahçeli dost edinilirdi. Sonra tribünler yıkıldı, peyderpey yenileri inşa edildi. Sözüm ona endüstriyel futbolun farzı, büyük hedeflerin en önemli gereği, başkan ve yöneticilerin ceplerine hapsolan kulüplerin özgürlüğünün anahtarıydı tesisleşme.
Başkan, böyle uyuttu bizi senelerce…
Sarının yanına kırmızıyı yakıştıran Fenerbahçesiz kardeşlerim şimdilerde pek heyecanlı. Yılan hikayesine dönen “arena”larına kavuşmak ve çilesiz maç seyredebilmek için gün sayıyorlar, başlarına geleceklerin farkında olmadan . Rahmetli Çupi’den bir kıssa ile noktayı koyup, tüm futbol severlere iyi uykular dilerim.
 "Real Madrid'in multi trilyoneri Kont Bernabeu bir gün Mimar Biosca'yı yanına çağırıp emretmiş:
-Bana 120 bin kişinin aynı anda yatacağı bir uyku tulumu yapsana...
-Neden?
-Franko'nun ömrünü uzatmak için başka çaremiz yok...
Her hafta Real Madrid efsanesine tapınan 120 bin İspanyol'un içine girdiği uyku tulumu başkent Madrid'de ki Bernabeu futbol stadıdır."
Kaynak
Çupi, İ. (27 Temmuz 1979. Bu Temelin Altında Spor Yok, Tercüman.)

30 Ekim 2010 Cumartesi

Fenerbahçe Yine Yenildi!

Biricik kuzum tarafından cici annem olan, futboldan anlamayan ancak çocuklarının hatırına Fenerbahçe için duasını esirgemeyen "Cici" ile Bursaspor maçının ertesi sabahı aramızda geçen sohbet; Fenerbahçe'nin durumunu, rakiplerin bakış açısını ve medyanın elindeki körüğün kapasitesini harika özetleyen üç beş cümleden ibaret  idi...

Cici: Oğlum, Fener dün Bursa'ya da yenilmiş ha?...
Ben: Yok cici, 1-1 bitti.
C: Öyle mi??? Ama geçen gün yenilmişti değil mi birine, Beşiktaş'a mı?
B: Hayır, o maçta berabere bitmişti....
C: Doğru ya, Galatasaray'a yenilmişti edepsizler!
B: Yok hayır cici, o da berabere bitmişti ama Fenerbahçe'nin kazanamadığı maçı biz kaybedilmiş sayarken, rakipler galip ilan ediliyor her seferinde...

Bursaspor 1-1 Fenerbahçe

25 Ekim 2010 Pazartesi

Herkes Haddini Bilecek

Puansız seneler deste, ezeli rakibin hocası "roman", maçın hakemi de köstek olunca çiçek gibi bir maç oldu!

Yıllardır makus talihlerini değiştirmek ve tarihe geçmek için aşırı motive olarak Kadıköy'ün yolunu tutan topçu güruhu, bu sefer yazının başlığına gönderme yaparcasına kaybetmemek için sahadaydı. Maça üç çapa, üç stoper, bir bek ile başlayan ezeli rakip, savunmanın arkasına atılacak serseri topların takibi için Pino'yu, sahada serserilik yapıp maçı germek için Elano'yu, eli belinde dolaşması için ise Misimovic'i görevlendirmişti.
 
Maçın ilk yarısında Cana, Sarp ve Ayhan ile önde tekme atan Galatasaray orta sahasını geçmeyi başaran Fenerbahçeli bilekler, Lucas'a çarptı. Onu da geçmeyi başaranlar Sabri'nin altında kaldı. Kırk beş dakikada sekiz haftalık koşarak tükenen Galatasaray, ikinci yarıyla beraber çözülür derken, Karpatların Maradona'sı yanında oturttuğu son ön libero olan Barış'ı Misimovic ile değiştirerek, tekme atma direnci düşen takımına ligin bu konuda en mahir oyuncularından birini ekledi.
Lucas'a  gösterdiği sarı kartın ardından tertemiz bir "fuck off" ile ödüllendirilen hakem, ikinci yarı Alex'in bileğine bastığını gördü de Avustralyalı'nın, sarı kartını çıkaramadı cebinden ecdadına dokunmasın diye"fuck"ın ucu.

Seksenli yıllardan kalma bir futbolun oynandığı sahada; ikinci yarı tam beş oyuncu değiştirildi, kaleci Aykut her kale vuruşuna yarım dakikada konsantre olabildi, sedye sahaya girip çıkmaktan yalama oldu olmasına ancak, bedeni sahada, zihni geride kalmış hakem kazara gol olmasın diye üç dakika lütfetti maçın sonuna.

Hem Hagi'nin hem hocanın istediği oldu ve Sabri kardeş çocuklar gibi mutlu oldu...

Fenerbahçe 0-0 Galatasaray

21 Ekim 2010 Perşembe

Tut Işıl Tut

Erkek basketbol ve erkek voleybol takımları Fenerbahçe'nin tek maçlık final buhranına yeni halkalar ekleyerek, sezonu Efes Pilsen ve Ziraat Bankası mağlubiyetleriyle açarken, kadın basketbol takımının rakibi şükürler olsun Galatasaray'dı....

Cumhurbaşkanlığı Kupası Fenerbahçe'nin.
Fenerbahçe 75-58 Galatasaray

25 Eylül 2010 Cumartesi

Büyük Fenerbahçe'nin Büyük Taraftarı

Fenerbahçe’yi tribünde ilk kez izlediğimde onlu yaşların başındaydım. Abim elimden tutmuş, çubuklu forma ve Şeytan Rıdvan ile tanıştırmıştı beni. Maraton tribününün direk aralarının şeytanın geniş fulelerine yetmediği, okul tribününün gelecekteki isim sahiplerinden Telsim’in henüz portakalda vitamin, Türk Telekom’un ise hala PTT’nin “t”si olduğu senede, şimdilerde market olan ama o zaman yeni açık denilen yerde ağırlamıştı Fenerbahçe Stadı bizi. Sevinçli bir heyecan ile girdiğim eski püskü stattan, yeni sünnet olmuş oğlan çocuğu özgüveni ile çıkmıştım.

Kış günleri malum dere taşınca lağım çukuruna dönerdi etrafı. Kurbağa larvası misali kuyrukta beklemek taraftarlığın gereği, araya kaynak yapmak ise turnikeden geçebilmenin olmazsa olmazıydı. Ezeli rakip geldiği vakit, maç oynanırken izdihamdan yere değemeyen ayaklar, maçın ardından mutluluktan kesilirdi yerden.

Şimdilerde koltuğu numaralı, kendisi selamsız yığınla adam doldururken statı, o vakitler her maç haftası yeni bir Fenerli dost edinilir, gol sevinci hayatında ilk kez gördüğün o insanla paylaşılırdı. Bırakın statı, evlerde bile yoktu o yıllarda doğalgaz. Üşümezdi ama “omuz omuza” yapan taraftar.

Maçtan önce takım kadrolarını sayan, gol olunca kaba etini yırtan, yaptığı hatayla binlerce insanı timsah kılığına girmiş maymuna çeviren stat çığırtkanları -nam-ı çağdaş stat anonsçuları- da yoktu o zamanlar. Alman ligini izlerken özenerek baktığım "anonsçu" çok geçmeden bizim artık kocaman olan stadımızın yolunu da buldu. O geldi gelmesine ama taraftar gitti sanki...

Yıllardır tribünde maç izleyen bendenize, psikolojide muhtemel afili karşılıkları olan haller oldu. Basite indirgenirse kanıksamak olarak adı konabilecek bu halin farkına varmamı sağlayan ise sadece tribünü değil hayatımı da paylaştığım kuzum oldu. Paok maçı öncesi takım kadrolarını sayan çığırtkan, deplasman takımı ve Fenerbahçe'nin kadrolarını bitirdikten sonra alışılagelen tavrının aksine, taraftarı pas geçip "Teknik direktörümüz Aykut Kocaman" diye bitirdi duyurusunu. Benim üzerinde dahi durmadığım hadiseye uyanmamı sağlayan kuzunun tepkisi üzerine, "Kalk gidelim madem, bize ihtiyaç yokmuş..." deyip gülüp geçtik.

Beşiktaş derbisinde bu sefer daha dikkatli olarak bekledim takım kadrolarının sayılmasını. Aynı duyuru bu sefer şöyle sonlandı...

"Büyük Fenerbahçe'nin büyük taraftarı!!!"

Fenerbahçe'nin ihtiyacı olan taraftar mı, teknik direktör mü, başkan mı, yoksa hepsi mi?...
En iyisi kovun gitsin şu istikrarsız stat çığırtkanını. Bütün suç onda!

20 Eylül 2010 Pazartesi

Dokunmayın Alex'ime

Dün akşam oynanan oyunu tek cümlenin içine sığdırmak gerekse şunu yazmak kafiydi…
Rakip Beşiktaş değil de Galatasaray olsa, ilk yarı bitmeden 3-0 olur ve en azından birkaç sarı-kırmızılı oyuncu gerilmeye müsait  yapılarından ötürü kırmızı kartla soyunma odasının yolunu tutardı.

Kontrol kilidi için kadrodaki en mahir anahtar olan Selçuk Şahin’in esame listesinin üst sıralarına tırmanması, Emre Belözoğlu’nun başına buyruk oyununu dizginlemekle kalmadı, Fenerbahçe’nin yoğun bir orta saha oyunu oynayabileceğinin istatistik kağıtlarında ki tek devrelik belgesi oldu. Kritik maçları peşi sıra kaybeden takım kontrol oyunu ile ürkekliği bıçak sırtında başarıyla dengelerken topu rakibe verdi ancak aynı rakibe gol pozisyonu vermekten imtina etti. Bileklerine atılan tekmelerden ve formasının üzerindeki ellerden nadiren kurtulduğu anlardan birinde, Senegalli golcü ağları bulunca, o ana kadar dengeli giden oyunun ibresi Fenerbahçe lehine kadranın en üstüne kadar yükseldi. Rakibin kalitesi veya milliyetini ayırt etmeksizin her birine ortalama beş net gol pozisyonu veren Beşiktaş savunmasının, ezeli rakibine farklı davranması beklenemezdi ancak henüz ilk yarıda oyunu bu kadar kalecilerinin ellerine bırakmalarını skor yazarlarının havsalası yine de alamadı.

Niang, Dia ve Alex ile yakaladığı fırsatları değerlendiremeyen Fenerbahçe, maçın skorunu gayriresmi olarak tescil etme fırsatını elinin tersiyle itip ikinci yarıya başladı. Müzmin sakat Belözoğlu’nun ayacığı  uf olduğundan Kocaman Hoca tarafından zorunlu gerçekleştirilen değişiklik işleyen sistemi devam ettirmek adına yapılmıştı. Derbinin genel psikolojisi ve mağlup takımın oyunu dengeleme azmi sebebiyle ikinci yarının ilk on beş dakikasında olması muhtemel baskı Selçuk Şahin ve Bilica’nın canhıraş mücadelesiyle püskürtüldü püskürtülmesine fakat ligdeki on sekiz takım arasında kondisyonu en düşük seviyede ki takım olan Fenerbahçe, üzerindeki baskıyı son düdüğe kadar hissetmek ve tribünde bizlere hissettirmek zorundaydı.

Kritik on beş dakika eşiğinin sonuna doğru, ani gelişen atakta Dia’nın pasında kaleciyle karşı karşıya kalan Niang, ayak içi plase yerine ayağının altında topu ezince Jerez’den gelen İspanyol esintileri doldurdu stadı. Beşiktaş, pozisyon fakiri de olsa topun hakimi idi ve Fenerbahçe’nin gol yemeden bitirdiği maç yoktu. Son on beş dakikaya girilirken, hocanın Alex’i geldi. Bir tek Alex’i gelse neyse, bir de üzerine Cristian’ı gelince Fenerbahçe taraftarı elinde bez beklemeye başladı. Dia altı pastan bir kez daha auta vurunca beklenen sonun altına imzayı da attı.

Portekizli vurdu Volkan Demirel kurtardı. Futbol kahramanlarımdan biri olan Guti Hernandez’i maç boyunca iyi savunan Fenerbahçe orta sahası, Cristian’ın zahmet edip Guti’yi karşılayacağı yanılgısı içine düşünce, onun isabetli pası Bobo’nun usta işi penaltısına dönüştü, bize de elimizde bez temizlemek düştü…

Fenerbahçe 1-1 Beşiktaş
(Marco'nun Volkan'ı öldürmeye teşebbüs ettiği bu pozisyonun ardından, ülkenin en iyi hakemi! Volkan Demirel'i numara yapmaması konusunda uyardı.)

13 Eylül 2010 Pazartesi

"Gayseri ıh ıh"

Geçen sezonun sonunda yaşadığı şoktan çıkmayı başaran talimli Fenerbahçe taraftarı, yaz boyunca çubukluyla arasındaki buzları eritmek için kullandığı rakı kadehini her kaldırdığında, aşık olduğu renklerin başarısına içti. İçerken de boş durmadı, yeni sezonun planlarını yaptı.

Guiza’nın yerine hızlı, güçlü, adam eksiltebilen bir forvet yazdı listenin başına. Bir sağ açık, bir de sol açık ekledi altına. Bilica’nın yerine ayağına hakim, hamle zamanlamasından haberdar bir stoper ve eldeki iç güveysinden hallice bir ön libero alınırsa eğer bu iş tamamdı.

Maç başına kaptığı top ile dripling yaparken attığı adımlarının toplamı, nüfusta kayıtlı isimlerinden daha az olan bir sözde ön liberoyu elden çıkarmak kolay değildi elbet. Varsın kalsın, geçtiğimiz sezonun son haftalarında takımın potada kalmasına olan olumlu etkisini  aval aval bakanların bile fark ettiği Selçuk Şahin kadrodaydı ne de olsa.

Aranan forvet bulunmuş, birisi olağanüstü iki tane hızlı, genç ve yetenekli kanat oyuncusu alınmıştı. Transferin son gününe, sadece memleketinin hatırına hoş karşılanması muhtemel, çizilen portrenin sahibi stoper bile yetiştirilmişti. Avrupa sahnesini yaz bitmeden terk etmeye sebep transferlerin gecikmesi ve şanssız sakatlıklar idi. Hem belki de içimizden biri olan Kocaman Hoca’nın oyun sistemini oturtabilmesi için şans olarak bile adlandırılabilirdi…

Bu sene elimizde kocaman silgilerlerle, hem kendimizi hem de sayfaları yırta yırta temizleyeceğimiz beyaz sayfalardan bir diğeri Kayseri'de ancak altmış dakika dayanabildi.Yeni transfer Yobo sakatlanana dek pozisyon vermeyen ancak pozisyon da bulamayan takım, Yobo'nun sakatlanıp günah keçisi Selçuk'un stopere geçmesinin ardından kalesinde gördüğü iki golle önündeki maçlara bakmaya başladı hemen.

Aykut Kocaman'ın esame listesine yedek stoper yazmamasına anlam yüklemeye çalışırken hararet yapan garip taraftar ise, çok değil bir gün sonra ana muhalefet liderinin kendini seçmen listesine dahil edemediğini görünce kayışı koparıp başladı tezahürata...
"Gayseri ıh ıh ıh, Gayseri ıh ıh ıh..."

Kayserispor 2-0 Fenerbahçe

8 Eylül 2010 Çarşamba

Anadolu

Boynumun borcu olan şu yazıyı, bunca zaman ertelemek ile hangi akla hizmet ettiğim bence aşikar  ama, okurun beni tanıyor olması gerekliliğinin manasızlığından kurtulmak adına, noktasına bir türlü kavuşamayan kelime silsilesi tek çıkar yolum ve bir denklem misali sadeleştirirsem o kelimeleri, ertelemelerimin sebebi ile konunun benim için ne kadar önemli olduğu eşitliği kalır geriye...

Girizgahı için bu kadar özendiğim, hayatımın geri kalanına olan etkisini ise hayal dahi edemediğim okula, adımımı attığımda henüz 11 yaşında bile değildim. İlkokulu elimi kolumu sallayarak tamamlamış, kendimi fasulye gibi nimetten sayarken, onlarca seçilmiş çocuğun arasında fasulyenin katığı hıyar turşusuna dönüvermiştim.

İlkokuldan pencerede Kaşık Adası'nın sapını görerek hem mesut hem de mezun olan gözlerim, sağında Moda İskelesi, solunda Kalamış, karşısında ise Fenerbahçe'yi bulunca kendini açık denizde sanmış, o ana kadar derlediği en güzel sinyalleri ulaştırmıştı resmedilsin diye.

Hayatın tadı kuru fasulye ve gerçeği hiyerarşiyle yemekhanede tanışmış, sırada önde değil, dönemde üstte olmanın önemini ilk hafta dolmadan kavramıştım. Okulun ilk günü annesini kaybettiği için ağlayan çocukların, "namevcut" olan arkadaşı için "absent" demeyi öğrendikleri vakit çıkan güven dolu seslerine şaşırmıştım.

Literatüre geçen (kaynak burada ekşi sözlük) okul ağzını önceleri garipsemiş, ardından benimsemiş ve mensubu olduğum sosyal kurumu koruyan ve geliştiren en önemli unsur olduğunu anlamıştım. (yazışa gel:)

Sekiz koca seneyi bir anına bile pişman olmadan geçirmiş, bacak kadar çocuk olarak girdiğim kapıdan, kazık kadar olduğuma delalet B sınıfı sürücü ehliyeti ve “sıcacık” damgasında binlerce mezunun saklı olduğu lise diploması  ile beraber çıkmıştım.

11 yaşında girdiğim kapıdan çıkalı 11 sene oldu. Üzerine beni meslek sahibi yapan okullar okudum ama hala nerden mezun oldun diye soranlara, Kadıköy Anadolu’dan başka verecek cevabım yok.
Okulum

1 Eylül 2010 Çarşamba

Go Home Bogdan!

Semih Erden'e basketbol oynamayı öğreten, Hidayet Türkoğlu'na takımın lideri olduğunu hissettirirken topu paylaşması gerektiğini hatırlatan, Türk basketboluna Ömer Aşık'ı kazandırırken, Slovenlere Vidmar'ı hediye eden, Avrupa basketbolunun efsane antrenörlerinden biri olan Bogdan Tanjevic, geldiği günden bugüne yaranamadı basketbol ulemalarına.

Son dünya şampiyonasının finalisti Yunanistan'ın ardından, Porto Riko'yu da mağlup ederek Amerika'nın koridorundan çıkan milli takımın en azından yarı finale kadar önü açık. Allah vere de şampiyon olmayalım. Mazallah efsane olacak Bogdan Adam!

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ters Kademe

17 yaş altı Dünya Kupası ile ilgili bu blogda karalarken, 17 numaralı Okan Alkan'ın bahsi şu şekilde geçmiş idi;


Aynı Okan Alkan, Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe teknik adamlığı formasını üzerine geçirdiğinden bu yana en (tek) cesur hamlesi olarak sahadaydı dün akşam. Her ne kadar Cristian için "...Son derece özverili bir oyuncu. Hatalarını onarmada onun kadar iyisi yok. Takımın en güvendiğim oyunculardan biri..." diyerek beni ağlamaklı etse de, Okan Alkan ve Mert Günok tercihleri için gülmek istiyor paşa keyfim.

Fenerbahçe'nin sahaya koyduğu oyun ucundan köşesinden futbola benzemekle birlikte, beklentilerin fersah fersah uzağındayken elimizdeki güzel müjdenin bu kez kaptan Alex'in sözleriyle altını çizip çekilelim...

Alex de Souza: "Mutluyum!! Çünkü 6 senedir ilk defa altyapıdan gelişen bir genc gerçek bir şans bularak kariyerine başladı."

Fenerbahçe 4-2 Manisaspor

29 Ağustos 2010 Pazar

"Jordan" Sahada

Bir tanesi basketbol tarihine ismini gelmiş geçmiş en iyi basketbolcu olarak yazdırmışken, bunca "Jordan" akıllara zarar...

Avustralya 76-75 Ürdün (Jordan.)

27 Ağustos 2010 Cuma

Buyrun Cenaze Namazına

Son haftayı deplasman mağlubiyetleriyle geçiren takım huzura çıktığı vakit, tribün gediklisi daimi muhalifler bile sevgi seline kapılıp, her mağlubiyetin ardından önündeki maça bakan futbolcu misali tura inanmışlardı. Sezon boyunca sıklıkla bu basmakalıp cümleden medet umarak, önlerine bakacakları aşikar olan futbolcu topluluğu ise en az taraftar kadar arzulu başladı maça.

İlk on dakika sağdan Gökhan Gönül, soldan Stoch ile gelişen ataklar futbol dilencileri için bayram arifesi gibiyken Bilica yeter dedi. Kendi yarı sahasının ortasında sektirdiği topu, ardına rakip oyuncuyu da takarak savunduğu çizginin köşesine kadar sürükledi. Meşhur röveşatası için uygun pozisyon bulamayınca, pas yapmak aklına geldi ancak topu kapan Yunan, Fenerbahçe ceza sahasının farkına varmıştı artık. Ritimleri bozulmaya müsait arkadaşları bahaneye mi baktı, yoksa tek kusurlu Bilica mıydı bilmiyorum ancak, ilk yarının kalan otuz beş dakikasında, miyop gözlerim al gülüm ver gülüm üstadı sekiz(8) Cristian’dan başka bir şey göremedi sahada. Bir tanesi bile ölümden beterken, bunca Cristian’dan oluşan bir takımı izlemek, arife günü toplu mezar ziyaretinden farksız hale gelmişken hakemin ilk yarıyı bitiren düdüğü imdada yetişti.

Devre başına on dakika enerjisi olan Fenerbahçe, joker hakkını ikinci yarının başında kullandı ama bu sefer çabaları sonuçsuz kalmadı. Belözoğlu'nun golüyle turu dengeleyip, Alex'in insiyatif almasıyla öne geçme şansları yakalayan takım ilk on beş dakika futbola benzeyen bir oyun ortaya koydu.Yapılan yüksek tempo! sebebiyle peşi sıra hararet yapan oyuncular sağa çekip, Cristian ruhu bir kez daha egemen olunca sahaya, tur için elde sadece penaltılara kadar maçı tutmak kaldı.

Pazartesi akşamı Trabzon deplasmanında yarım saatte kalesinde üç gol gören Fenerbahçe'nin, iki saat boyunca oynanan bir oyunda kalesini gole kapatması olası değildi elbet. Filmin sonu daha dramatik olsun diye beklenenden geç geldi sadece...

Fenerbahçe 1-1 Paok

24 Ağustos 2010 Salı

Git

Rakibin zayıf noktalarından bahseden, cim karnında bir nokta olan Cristian Mark Junio Nascimento Oliveira Baroni.

PS: Brezilyalı olduğuna dair şüphelerim olan "futbolcunun" , Güney Amerika'ya özgü tek özelliği ismi sanki.

Hoşgeldin Kardeş

Fenerbahçe kaybetti ancak bir kaleci daha kazandırdı Türk futboluna.
Trabzonspor 3-2 Fenerbahçe

22 Ağustos 2010 Pazar

Sıra Sende Kardeş

Wakabayashi Futbol Okulu'nun son yeteneği Fehmi Mert Günok, Volkan Demirel'in sakatlığından ötürü Trabzon deplasmanında formayı sırtına geçirecek.

"Eyvah" diyen kaç Fenerbahçeli vardır acep?...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Yine Kırdın Kalbimi

Semih Diye Biri

Rahmetli Kazım Kanat kadar takıntılı olmamakla beraber, futbolculara sadece isimleriyle hitap edilmesi oldum olası bana da ilginç gelmiştir. Aklımdan geçenleri yazar olduğumdan bu yana, yaşının niceliğine, kalıbının niteliğine bakmadan spor yapan insanların atasından yadigar soyadlarını ilave etmekten imtina etmedim.

Ama bahsettiğim Semih ise, nam-ı diğer "genç" Semih, ya da bana sorarsanız golcü, işte o zaman soyadını ekleme gereğini duymadım hiçbir zaman. Sanmayın üzerine yapışan genç sıfatından ektilendiğimi. Yakın hissettiğimden sadece. Kardeşim gibi, benim kadar Fenerbahçeli, tribünde çubuklu için çarpan kalbimin muadili sahada onun bedeninde...

Sayın Şentürk,

İşte bu sebepten kırma benim kalbimi. Gideceksen yolun açık olsun. Ardından en azından benden kötü söz işitmeyeceğine emin ol. Ben hala seviyorum Marco'yu ( ismi yetti onun da farkındaysan) , Şanlı'yı, inanmazsın ama Nobre'yi.

Beşer doğanın gereği kırılıp gücenebilirsin başkanına, hocana ya da takım arkadaşlarına. Ama sahaya çıktığın vakit, eğer o formanın hakkını vermezsen, ve Belözoğlu'nun üzerine kendi ellerinle giydirirsen hint kumaşını, varsa eğer üzerinde birazcık hakkım...
Yine de helal olsun.

PS: Antalyaspor maçının ilk yarısının 4-0 biteceğini rüyamda görmüş idim ama Fenerbahçe'nin kaptanlık şerefinin bir futbolcunun elinin tersinde kalacağını hayal dahi edemezdim. 5 ay önce yazılmış olan bu yazının kahramanı koşarak uzaklaşıyor çubukludan.

15 Ağustos 2010 Pazar

Kapatmayın Efesimi #2

Futbol sezonu açılıp, özellikle Fenerbahçem sahaya çıktıktan sonra bu blog bir sonraki Fenerbahçe-Efes Pilsen final serisine dek basketbolu unutacak kuvvetle muhtemel. Hal böyle iken aklıma takılan şu soruyu, araya sıkıştırmadan edemedim...

2008-09 final serisinin yavrum gülüm "cathine"si olan Efes Pilsen, kimyasal mücadeleyi yüzüne gözüne bulaştırıp, fiziksel olarak ise rakibiyle başa çıkamayınca, bu sefer üçüncü fazdan medet ummuş, zihinleri bulandırmak adına 2009-10 final serisi boyunca Efes Pilsen'in kapatılmasının Türk basketbolu için yıkım olacağının altını, üstünü çiziktirip durmuştu.
Seri bitti ve Fenerbahçe Ülker kaptan Damir'in söylediği gibi ödünç verdiği kupayı geri aldı. O gün bugün, "kapatırsanız çocuğumu keserim..." diye ortada dolananların ağzından ben bir kelime dahi işitmedim. Duyan bilen varsa, gelsin beni utandırsın.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Tatlıca Şelaleri

Dora'ların minik kuzusu deniz sefası için İstanbul'u terk edince fırsattan istifade Cerciş Murat Paşa Konağı'nın yolunu tuttuk iki hafta önce. Güzel insanlarla yenen lezzetli mezeler ve yapılan keyifli sohbetlerin ardından benim kuzum Türk insanının aklının en iyi çalıştığı yerden yüzünde kocaman bir tebessüm ile masaya döndü ve önümüzdeki haftasonu yakın bir yerlere gitsek ya dedi.

Biz erkekler aval aval bakarken, gurbetteki minik kuzunun annesi sanki bu soruyu bekliyormuşcasına gelişine yanıtladı ve Sinop'a gidelim o zaman, ben ne zamandır gitmek istiyordum, çok güzel şelaler varmış dedi. Sinop neresi, ben kaç kadeh rakı içtim demeye kalmadan, nikah masasında emme basma tulumba misali kafasını sallamakla mükellef şahit misali, erkek oluru alınmış oldu.

Sinop'un 680 km, haftasonunun ise 2 gün olduğu farkedilince planda ufak bir tadilata gidildi ve Cuma gecesinden yola çıkıp Safranbolu'da konaklanıp, ertesi gün Sinop yoluna düşülmeye karar verildi. Düşmek dediysem lafın gelişi olarak algılanmasın. Hükümetin bilmem kaç kilometre bölünmüş yol çalışmasının neredeyse hepsi Safranbolu Sinop arasında olunca, düşe kalka, insanlar dönüş yolunda iken ancak ulaşabildik Tatlıca Şelaleri'ne. 
İlk onunu dünya gözüyle sayabildiğim, kalanların ise her birini final olarak algıladığım, kimi kaynaklara göre 27 bazılarına göre ise toplam 28 adet olan, ama bana sorarsanız niceliğinin hiçbir ehemmiyeti olmayan harika bir doğa güzelliğinin içinde bulduk kendimizi. 
Özellikle benim kuzumun nasıl bitirdiğine hala şaşırdığım parkurun sonunda bizi bekleyen derme çatma bir kulübede içilen ayran ve yenen patateslerle kuvvetlenen bacaklarımız, bu sefer daha uzun ama en azından kuru olan patikadan başladığımız yere geri götürdü bizleri.
Başka bir başlığın altını dolduracak olan Safranbolu ve konakları, yılan gibi kıvrılan dağ yolları, uzaktan da olsa gördüğümüz Boyabat kalesi, Teyzenin Yerinde yediğimiz Sinop mantısı, dumanlı başı ile bulutları delen Ilgaz'ı , çağlayan Tatlıca Şelaleri ve pek tabi sevgili yol arkadaşlarımız çok güzellerdi. Ah bir de şu yol çalışmaları olmasaydı...

Not: Şu haritayı yanınıza almadan sakın ha çıkmayın Anadolu'nun yollarına.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

lle De Paris #2

Fransa dönüşü fotoğraf makinesinin kaybına ağıtlar yakmama sebep olan fotoğraf  (bkz: lle De Paris) geldi buldu beni. Allah'tan başka bir şey dilesem olur muydu acep?...
Hem Senegalli, hem Fenerbahçeli... Kardeşim benim.)

30 Temmuz 2010 Cuma

52,57,75

Cristian Mark Junio Nascimento Oliveira Baroni...

Adamın ismini okumak için harcadığınız vakit, Young Boys maçının ikinci yarısında aynı adamın topla oynadığı vakitten çok daha fazla. On kişi kalan Fenerbahçe kapanmak zorunda kalınca, stoperlerin arasına kendini saklayan Cristian efendi 52,57 ve 75. dakikalarda olmak üzere toplam 3 kez topa dokunurken, kabak rakibine yakın oynamaya çalışırken penaltı yaptıran bizim garibanın başına patladı yine.

Hoşgeldin Selçuk'un katili...

İsviçre Hukuku

Üç senelik Türkiye Cumhuriyeti, Avrupalı’nın birçoğu medeni kanundan bihaberken, mevcut olan medeni kanunları ince eleyip sık dokuyup, İsviçre medeni hukukunda karar kılmıştı. İsviçre’nin medeni kanununu kendi meclisinde kabulü ise haliyle daha eski ve Fenerbahçe’nin resmi kuruluş tarihiyle aynı. Hukuk sistemi konusunda bu kadar tecrübeli İsviçre’li kanun koyucular, dün akşam oynanan oyunu izledilerse eğer, futbolun adaletine hüküm geçiremedikleri için bolca dizlerini dövmüşlerdir.

Maçın neredeyse tamamını Fenerbahçe ceza sahasında geçiren Young Boys, “gençlik” başlarında duman, kaçırdıkça kaçırdılar golleri. Volkan Demirel’in harika kurtarışlarıyla oyunda kalan Fenerbahçe, rakip kaleye ilk ziyaretinde büyük takım taklidi yaparcasına golünü atıp, havasını da attı. Deplasman golü atılıp, tur için avantaj sağlandı sağlanmasına ancak gidişat değişmedi. Genç çocuklar Fenerbahçe kalesini ablukaya aldı ve türküler yakarak gelen gol gecikmedi, skor eşitlendi. Lisanslı olarak bir kez bile topa vurmayan bendeniz, rakibi sırtı dönük alırsam halı sahada, ilk iş olarak kale çizgisini kapatırım. 2001 senesinden bu yana profesyonel olarak futbol oynayan Bekir kardeşim ise çizgiyi açtı sonuna dek, ilk golün ortasını yapacak olan Afrikalı meslektaşına zorluk çıkarmamak adına...

Fenerbahçe taraftarları ve futbolu gerçekten sevenler için akıllarda kalan tek güzellik olan “Şeytan” Stoch (Lakabın esas sahibi kusura kalmasın…) ile başlayan harika akın, genç Slovak oyuncunun tertemiz vuruşuyla ağlarla kavuşunca, Fenerbahçe futbol tanrılarının hatırını bir kez daha sormuş oldu. Rakibin direnci bu sefer düşecek derken, Kazım Kazım kaldığı yerden devam edip, gücün kavuştuğu formayı henüz ilk yarı bitmeden çıkardı koydu kenara. On kişi kalan Fenerbahçe ikinci yarı mecburiyetten yaptığı savunma ile oyunu dengeledi ve kapanan savunma Bilica’ya Sivas günlerini yad etme fırsatı tanıdı. Oluşan şartlar sebebiyle öne çıkan Bilica, yeni transfer Stoch ve çizgisine Lev Yaşin’in ruhunu koyan Volkan Demirel’den ziyade formasının hakkını veren yoktu koskoca Fenerbahçe’de. Rakip ise muazzam bir hücum futbolu ortaya koymasına karşın; hem şanssızlık hem de tecrübesizlikten ötürü beraberlikle yetinmek zorunda kaldı.

Young Boys 2-2 Fenerbahçe

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Hazırlık Maçları

Yaş kemale erdiğinden midir, yoksa köy takımlarıyla yapılan hazırlık maçlarını dahi şifrelerin ardına saklayan tüccarların istediği kemali denkleştiremediğimden mi bilinmez ama hazırlık maçı izleyemez oldum son senelerde.

Halbuki Dereağzı günlerinde sarı ile lacivertin ayrıldığı idman maçlarına bile bayılırdım. Atılan her gole sevinir ama sonunda kazanan lacivert takım olursa, kendime bile çaktırmamaya çalıştığım manasız bir mutlulukla Söğütlüçeşme’nin yolunu tutardım. İdman maçlarından bunca keyif alan bir çocuğun, gerçek bir rakibe karşı oynanan hazırlık maçlarına biçtiği değer ortada iken ne değişti diyenlere cevap…

Çocuk aynı çocuk ama oynanan oyun aynı oyun değil sanki.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

lle De Paris

Nicedir yazamaz oldum. Yazmaya niyetlendiğim vakit konu bulamaz, konuya karar kıldığım vakit kendimi beğenmez oldum. Okuduklarım kadar güzel şeyler yazma arzumun yanına vakitsizliği ekleyip, bir de tembellikle süsleyince hasbelkader yazarlıktan, kıdemli okurluğa dönüverdim.

Aylardır aradığım, Çupi’nin İstanbul sevdasını kaleme aldığı “Hey Gidi İstanbul”'a benden önceki sahibinin altını çizdiği cümlelerle beraber sahip oldum. Aykut Kocaman ipleri eline alınca onu bir kez daha anlamak için, Barış Tut'un ülke toprakları için sıradışı eseri "Kocaman Bir Adam Sıradışı Bir Teknik Direktörün Portresi"'ni bir kez daha, bu sefer üzerine notlar alarak okudum. "Bir İdam Mahkumunun Son Günü"'nü okurken Victor Hugo oldum, kendimi Fransa'da buldum.

30 yaşında ancak pasaport sahibi olabilen bir bedbaht olarak hayıflansam da, görüp görebileceğim en muhteşem şehirlerden biri olan Paris'e yolum düşünce bahtımla barıştım. Lyon'da başlayıp, St Etienne'de devam eden teknik gezi, Paris'te geçirilen son 2 günde ayaklarıma kara sular indirince turist oldum. Notlar aldım, sayısını bilmediğim kadar fotoğraflar çektim. Dönüş yolunda, gezi notlarımı gördüğüm futbol figürlerini de içine ekleyerek kafamda dolandırdım durdum. Çantayı boşaltırken, fotoğraf makinesinin yerinde yeller estiğini gördüğüm vakit, aklıevvel halime şaşırdım kaldım.

Hepsi neyse de, Eyfel'in önünde üzerinde Fenerbahçe forması olan Senegalli satıcı kardeşle çektirdiğim fotoğraflara yandım...

11 Temmuz 2010 Pazar

Portakalım

Eskimeyen aşkım İtalya ve Lugano'dan yadigar Uruguay'dan sonra, elde kalan budur. Kanaatkar tabiatımız, elde kalan bu güzellikle idare edecek artık...

Bu akşam senin kadar flamanım güzel kardeş...)

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Megalomania

Diyarbakırspor başkanının Çetin Sümer olduğunu bilenlere başlığın sebebi ayan olmuş olsa gerek.

Hiç durmadan dönüp duran bir banner vasıtasıyla yeni sezon formalarının tanıtıldığı resmi sitede, herkes "Çetin".

4 Temmuz 2010 Pazar

World #1

Rafa geri döndü...

İstatistik Bir Bilimdir...

...ve 1021 denek genelleme yapmak için en azından benim için yeterlidir.)
 
İstatistik üretmek karanlığa ışık götürmek kadar onurlu bir görevdir.”

Hiç Sevmem

Almanya 4-0 Arjantin
Maçın ardından, Dalma (Maradona'nın kızı) zor zaptetmiş babasını.

PS: Lugano'dan başka Diego tanımam.

Adam

Ecnebilerin unique bizim eskilerin ise nev'i şahsına münhasır dedikleri adamlardandır Aykut Kocaman.

Balet zerafetiyle top oynarken sahada, "Maçları anlatırken, zevk duyarak anlatmıyorum. Sadece görevimi yapıyorum. Bu kadar. Benim tanıdığım futbol bu değil. Benim hatırladığım tüm futbolcular bir sanatkar edasıyla sanatlarını icra ederdi. Şimdi futbol fabrikasyon olmuş." diyen duayen Orhan Ayhan'a yaptığı işten haz duymasını sağlayan son adamlardan Aykut Kocaman.

1996 senesinde ki unutulmaz maçın ardından "Trabzonsporlu arkadaşlarım için üzülüyorum, hiçbir şey çok fazla abartılmamalı..." diyebilecek yürekte bir adam Aykut Kocaman.

Malatyaspor'un hocası iken; "Hedef için şunu söyleyebilirim: Öncelikli olarak iyi futbol oynamak, iyi sonuçlar almak. Yöneticisiyle, oyuncusuyla rakiplerin de insan olduğunu bilerek, onlara saygı gösteren bir grup yakalamak." söylemiyle karşılıklı saygının altını kalınca çizen adam Aykut Kocaman.

Rakip Fenerbahçe dahi olsa haksızlığa olan tepkisini "Madem sistem böyle işliyor ve bir kurban istiyor, şu andan itibaren teknik direktörlüğü bırakıyorum." şeklinde dile getirebilen, ancak yılmadan mücadeleyi sürdürmenin gerekliliğine inandığı için geri dönen adam Aykut Kocaman.

İzmir'de doğan, Karşıyaka taraftarı olan, okumak için İstanbul'a yolu düşünce kendine Beşiktaş tribününü seçen Barış Tut'un "Kocaman Bir Adam Sıradışı Bir Teknik Direktörün Portresi" adı altında ismine kitap yazdığı bir adam Aykut Kocaman.

"Nasıl oldu da Fenerbahçe’den son yıllarda böyle bir adam çıktı dedirten adam. " diyen "adamın" aksine, Fenerbahçe'nin ta kendisidir Aykut Kocaman.

Fenerbahçe Spor Kulubü'nün Sportif ve Teknik Direktörü Aykut Kocaman.

KAYNAK

[1] Tut, B. Temmuz 2003. Kocaman Bir Adam Sıradışı Bir Teknik Direktörün Portresi, İstanbul.

[2] Tut, B. Mayıs 2006. Futbol Nedir ki, İstanbul.

[3] Çetin, O. Temmuz 2009. UcheOkechukwu

Ya Sabır...

Ülkenin yarısından çoğu Efes taraftarı ve basketbol uleması, bizim taraftarın büyük çoğunluğu ise sağduyu sahibi. Bırakın bu işleri...
...Geçtiğimiz sene serinin ardından bunları ve daha fazlasını yazmışken bu blogun karalayanı, Fenerbahçe Spor Kulübü "Nush ile uslanmayani etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanin hakki kötektir." prensibiyle Kaya Peker efendiye benim çubuklu formamı layık görmüş.


Bundan başka söylenecek laf bırakmadı ne Kaya, ne de Fenerbahçe bizlere;

La  havle ve la kuvvete illa billah il aliy ül azim!!!

25 Haziran 2010 Cuma

Anlamlı Transfer?

İki gündür bakıyorum anlamını çözemiyorum, varsa bilen beri gelsin...

Wimbledon Efsanesi

Kariyerleri boyunca Wimbledon'da ilk 8 bile görmeleri çok zor olan iki adam turnuva tarihine geçti.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Are You Kiddin' Me!

İnsan üstü mücadelenin taraflarından biri Amerikalı olunca, benim de onlar gibi tepki veresim geldi...

Dün başlayan, bugün sabahtan bu yana ise son setini bitirmeye çalıştıkları maç üçüncü güne taşındı. Beşinci sette tie break oynanmadığından ötürü; oyunculardan birinin iki farklı öne geçmesini bekleyenler ,daha çoook beklerler...
 
Son sette durım 59-59 ve yarın ilk servisi Isner atacak. Allah'tan günler uzun...)

21 Haziran 2010 Pazartesi

Marsel İlhan

 
Sampras terini her sildiğinde, gururlanırdım çocuk gibi. Özdilek yapıyor diye havluları. Havlular hala Bursa'dan mı gidiyor turnuvaya bilmem ancak ana tabloda bir Türk tenisçinin, hem de 2. tura çıktığını gözlerimle gördüm.

Bravo Marsel...

Saçılım

Barış Ataş (1987, Diyarbakır, Kulp) Türk milli (14 kez ümit milli) futbolcu. Söylenen o ki tekmelerini Trabzonspor formasıyla atacakmış önümüzdeki sezon.

20 Haziran 2010 Pazar

19 Haziran 2010 Cumartesi

Asker'den Daum'a

Kadıköy Deniz Otel'e gelmeden önceki sokağın köşesinde sabaha kadar nöbet tutan bir "asker" (sandviççi) vardır. 4. Sandwich kontuna (bkz: Wikipedia) sadakatinden ziyade, evdeki sultanı için sabahın ilk ışıklarına kadar sandviç yapan adamın menüsü, tuzlu ve tatlı karışıktan ibaret. Akla gelen her türlü tuzlu malzemenin, yiyecek olan muhteremin mide fesat kapasitesi oranında iki ekmek arasına boca edildiği tuzlu neyse de, aynı karışımın tatlısı hem yerken hem de sonrası için bir partner olmaması halinde akıllara zarar...

Bunca karışığın üzerine, "asker"in isim karıştırma huyu eklenince, hele boğazına düşkün adamın taraftarı olduğu takımın adı da Fenerbahçe ise zihninde dolanan tilkilerin kuyruklarının oluşturduğu kördüğüme şaşırmak niye?...

Denizli'de kaybedilen şampiyonluğun ardından gönderilmesinin hata, geri çağırılmasının bir önceki hatayı döveceğini düşünen, Bursaspor'a son saniyede verilen şampiyonluğun ardından ise yol verilmesi gereken son adam olan Daum'un, şu an içine düşürüldüğü vasıfsız teknik adamlık vasfını gördükçe aklı karışmaya zaten müsait olan bir Fenerbahçe'li olarak canım fındık ezmeli (bkz: Fiskobirlik Fındık Ezmesi) tatlı çekti.

15 Haziran 2010 Salı

Bu da Kuzey Kore

Dünya Kupası'nın en güzel yanı sittin sene izleyemeyeceğiniz ülkelerin gelip sizi bulması. Turnuvanın başından bu yana, o ülkelerden biri olan Kuzey Kore'yi bekliyordum. İlk maçlarında rakip Brezilya olunca, sihirli kutunun karşısına hevesimin karesiyle beraber oturduk.

Yirmi dakika golsüz eşitlikle geride kalırken, Kore'nin kuzeyini tanıdıkça daha çok seveceğimi düşünmeye başladım bile ben...
 
Brezilya 2-1 Kuzey Kore